Avrupa’dan Türkiye’ye Yahudi Göçünün Stratejik Olarak Kullanılması (1880-1920)

Strategic Use of Jewish Migration from Europe to Turkey (1880 – 1920)

Ali ARSLAN
Prof. Dr., İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.

Sayfa 7 – 40 (34)

Öz
Doğu Avrupa’dan ve Rusya’dan gelen Osmanlı vatandaşı Yahudilerin gümrük ofislerinde gerekli prosedürlerden geçtikten sonra ülkeye girmelerine izin verilmişti. Ancak, 1890’larda, Osmanlılar Yahudi göçüyle basa çıkmakta zorlanmıştı. Yabancı devletlerin vatandaşları gizlice Osmanlı topraklarına giriyordu. Britanyalılar, Suriye ve Arabistan’da Osmanlı Devletine karsı belli bir siyasi çizgiyi takip ediyordu. Filistin’deki Yahudi yerleşimleri artık uluslararası alanda siyasi bir kart haline gelmişti. Osmanlı Devleti yabancı ülkelerin politikalarıyla ilgili şüpheler taşımaktaydı ve aynı dönemde, Yahudi Siyonist Örgütü kurulmadan önce, Filistin’deki Yahudi kolonilerinin sayısı 20’ye ulaşmıştı. Koloniler bir tür özerklik içinde organize olmaya başlamış ve hatta para bastırmıştı. Bunun ardından, II. Abdülhamid Yahudilerin toprak almasını ve yolculuk yapmasını sınırlandırmıştı. Ancak II. Abdülhamid kapitülasyonlar ve siyasi zayıflık yüzünden istediğini elde edememişti. Yahudilere karsı planlarında başarıya ulaşamayan Abdülhamid yönetimi, Yahudi göçünü Filistin dışındaki bölgelere, örneğin İzmir, Selanik ve Bursa’ya yönlendirmeye çalışmıştı. Amaç, Yahudileri Selanik’te Bulgarlara karsı ve Batı Anadolu’da Yunanlara karsı kullanmaktı. 1908’den sonra da Yahudi politikasında büyük bir değişiklik yaşanmamıştı. Osmanlı topraklarına Yahudi göçünü durduramayan İttihat Terakki, Yahudileri İzmir, Selanik, Bursa, Makedonya ve Mezopotamya’ya yerleştirmeyi tercih etmişti.
Anahtar Kelimeler: Yahudi göçü, Filistin, İzmir, Selanik, Balkanlar, Osmanlı Devleti.

Tam metin PDF

Değişen Güvenlik Algılamaları Işığında Tehdit ve Asimetrik Tehdit

Threat and Asymmetric Threat under the Light of Changing Security Perceptions

Ahmet KÜÇÜKŞAHİN ve Tamer AKKAN
Dr.P.Kur.Alb., Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SAREN) Müdürü.
Mu.Yzb., Milli Savunma Bakanlığı Avrupa Birliği Müktesebatı Şubesi, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Subayı.

Sayfa 41 – 66 (26)

Öz
Güvenlik olgusunun, tehdit algılamasıyla başladığını söyleyebiliriz. İki kutuplu dünya düzeninin sonuna kadar güvenlik, daha çok bir ülke silahlı kuvvetlerinin karsı ülkelerde yarattığı tehdit ve buna karsı alınan tedbirler olarak gündeme gelmiştir. İki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasını müteakip oluşan yeni dünya düzeni içerisinde tehdit ve buna bağlı olarak güvenlik algılamaları da değişmiştir. Değişen güvenlik algılamaları çerçevesinde tehdit ve güvenlik politikasının vazgeçilmez bir unsuru haline gelen asimetrik tehdit kavramları arasında, şartlara göre değişkenlik gösteren bir bağ mevcuttur. Yapılan incelemede, asimetrik tehdidin evrensel bir tanımı olmaması ve yapısı gereği, bazen bilinen simetrik tehditlerin farklı bir anlayışla kullanımını ifade etmek, bazen de terör gibi tehditler için kullanılmakta olduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda asimetri, üzerinde yeterli kavramsal çalışma yapılmadan kullanılan bir terim olarak gözükmektedir. Tanımının yapılamamasından dolayı gerek yapısal gerekse tanımsal sorunları ile kolaylıkla siyasi olarak istismar edilen bir tehdit kavramı haline gelmiş ve sık sık da kullanılmaktadır. Bununla birlikte asimetrik tehdit, özellikle politik yöneticiler için bir can simidi niteliğini almıştır. Bu kapsamda, ABD’nin, bu kavramı kullanarak uluslararası hukukça henüz tanımlanmamış bir alan yarattığı ve bu durumu sık sık istismar ettiği değerlendirilmektedir. Daha sonra Çin ve Rusya gibi diğer devletlerce de konu istismar edilmeye başlanmıştır. Sonuç olarak asimetrik tehdit kavramı, iyi çalıştırılamayan bir sistem veya üstesinden gelinemeyen her türlü sorunun basına konularak adeta yönetim zafiyetlerine kılıf olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Güvenlik, tehdit, asimetrik tehdit, güvenlik kavramı, asimetrik tehdit kavramı.

Tam metin PDF

Güçsüz Güç

Power Without Power

Sait YILMAZ
Yrd.Doç.Dr., Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi, BÜSAM Müdürü.

Sayfa 67 – 103 (37)

Öz
Güvenlik ve istihbarat ilişkisi uluslararası arenada yeni aktör, yöntem ve vasıtalar kazanmıştır. “Demokrasi”, “Çağdaşlaşma” ve “Kalkınma” gibi modeller örtüsü altında, Finansal Yapılar–NGO– Vakıf–Enstitü–Araştırma Merkezi–Çokuluslu Şirket gibi yapılar aracılığıyla, hedef ülkedeki kurumlar ve kitlelerle doğrudan ilişkiye geçilmesi, toplum ile iktidar arasında bir ağ örülmesi hedeflenmektedir. Ülkelerin iç düzenlerinde toplumla devlet arasına giren bir örgütlenme sağlayarak, devlet egemenliğine paralel bir egemenlik kurulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Strateji, Demokrasi, Güvenlik, İstihbarat, Hegemonya.

Tam metin PDF

İran Nükleer Programının Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri

Effects of Iranian Nuclear Program on Turkey

Dilek AYDIN
SAREN, Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri, 2006-2007, 1. Sınıf Öğrencisi.

Sayfa 105 – 128 (24)

Öz
Uzun süredir dünya gündemini meşgul eden Iran nükleer sorununda, tartışmalar ”nükleer güç” çevresinde odaklaşsa da, asıl sorun ABD-Iran arasındaki çıkar çatışması olduğu söylenebilir. İran’ın nükleer silah üretebilecek kapasiteye ulaşması ve bu çalışmaların, Rusya Federasyonu ve Çin gibi küresel aktörlerce desteklenmesi basta Türkiye olmak üzere, bölge ülkelerin güvenlik algılamalarını değiştirmektedir. Bu amaçla çalışmada, İran’ın nükleer güç olma yolundaki çabaları ve bu gelişmeler karsısında basta ABD olmak üzere diğer küresel aktörlerin tutumu incelenerek, Türkiye’nin güvenliğine olan etkileri belirlenmeye çalışılmıştır. Kasr-ı Şirin antlaşmasından bu yana Türkiye ile sınır komsusu olan İran’ın nükleer silah üretebilecek teknolojiye erişmesi, bölgedeki stratejik dengeleri değiştirebilecektir. Dolayısıyla böyle bir güce kavuşan Iran, Orta Asya ve Kafkasya Bölgesinde, İslami rejim politikalarını yaymak isteyebilir. Böyle bir atmosferde, nükleer silaha sahip olmayan Türkiye’de, nükleer silah edinmesi gerektiği konusundaki tartışmaların gündeme gelmesi muhtemel görülmektedir. Ayrıca, basta diplomasi olmak üzere diğer araçların yanıtsız kalması ABD’nin İran’a yönelik askerî müdahalesine zemin oluşturabilir ve bu durumda Türkiye taraf tutmaya zorlanabilir. Türkiye, ABD’nin stratejik ortağı olması sebebiyle Iran ile bugüne kadar geliştirdiği basta enerji olmak üzere tüm ilişkileri bozulabilecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin bu kriz ortamından en az maliyetle çıkabilecek stratejik öngörülerde bulunması, kendisi ve bölge ülkelerinin istikrarı için önemlidir. Türkiye, tüm orta ve uzun vadede gerçekleşmesi muhtemel tehlikeleri iyi analiz etmeli ve bu tehlikelere karsı hazırlıklı olmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye, sorunun daha karmaşık bir hal almadan barışçıl yollarla çözülmesinde etkin bir rol oynamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Iran, ABD, nükleer, Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi.

Tam metin PDF

Rusya’nın Putin Dönemi Avrasya Enerji Politikaları’nın Türkiye-Rusya İlişkilerine Etkileri

Effects of Eurasian Energy Policies of Putin’s Russia on Turkish – Russian Relations

Fatih AKGÜL
Muhabere Üsteğmen, SAREN Uluslararası İlişkiler Bölümü 1. Sınıf Öğrencisi.

Sayfa 129 – 155 (27)

Öz
Rusya’nın enerji politikaları, Türkiye’nin enerji güvenliğini tehdit etmekte ve Türkiye Rusya ilişkilerinde Rusya’ya olan bağımlılığı artırmaktadır. Türkiye Rusya ilişkilerinin geleceğini, bu bağımlılığın azaltılması ve bölgesel bazda Türkiye’nin uygulayacağı enerji politikaları tayin edecektir. Bu çalışmada; Rusya’nın Putin Dönemi’nde uyguladığı Avrasya enerji politikalarının Türkiye’ye etkileri incelenerek, bu etkilerin gelecek dönemde Türkiye Rusya ilişkilerine muhtemel yansımalarının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada ayrıca; Avrasyacı jeopolitik yaklaşımın, Rusya’nın enerji politikaları üzerindeki etkisi de örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Putin Yönetimi; pragmatist ve fırsatçı dış politikasını Avrasyacı yaklaşımla birleştirerek, ülkesini Avrasya güç mücadelesinde yeniden etkin konuma getirmiştir. Genel olarak Rusya’nın, bölgelere göre farklı enerji politikaları uyguladığı tespit edilmiştir. Bu politikalar; Türkiye Rusya ilişkilerinin geleceğini olumsuz etkilemekle birlikte, Türkiye’nin bölgede Rusya’nın alternatifi olarak jeopolitik öneminin artmasını sağlamıştır. Bu bulgular ışığında; Türkiye’nin yürüteceği çok yönlü dış politikayla, çevresinde istikrarın sağlanmasından sonra Rusya’ya olan bağımlılığının azalacağı ve bölgedeki en önemli enerji geçiş koridoru haline gelebileceği değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Putin, Avrasya, Avrasyacılık, Enerji, Rusya, Türkiye.

Tam metin PDF

Orta Asya ile Hazar Bölgesinde Mevcut ve Planlanan Yeni Boru Hatlarının Türkiye’nin Enerji Koridoru Olmasına Etkileri

Effects of Current and Planned New Pipelines in Central Asia and Caspian Region on the Possibility of Turkey’s Being an Energy Corridor

Selim GÖKÇEGÖZ
Piyade Yüzbaşı, SAREN Harp Tarihi ve Strateji Bölümü, 1. Sınıf Öğrencisi.

Sayfa 157 – 192 (36)

Öz
Hazar ve Orta Asya bölgelerinde bağımsızlığını kazanan devletler, açık denizlere kıyısı bulunmadığından dolayı, petrol ve doğal gaz ihracatlarını uluslararası sınırlardan geçen boru hatları ile sağlamaktadır. Mevcut boru hatlarının çoğu Sovyetler Birliği döneminden kalma, kapasiteleri yetersiz ve eski hatlardır. Artan üretime bağlı olarak ihracatın sağlanması için yeni boru hatlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Rusya Federasyonu, bölge üzerindeki politik gücünü devam ettirmek için yapılacak olan yeni boru hatlarında da kontrol sahibi olmak istemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ise bölgeyi Rusya’nın etkisinden uzaklaştırmak için Rusya ve İran’ı baypas eden yeni boru hatlarına destek vermektedir. Türkiye, Amerika ve Rusya arasında geçen bu mücadelede pasif bir görünüm çizmekte, sadece coğrafi yönden yakınlığıyla konuya dahil olabilmektedir. Türkiye, boru hatları konusunda henüz aktif bir geçiş ülkesi olmadığından, boğazlardaki tanker trafiği gittikçe artmakta, kendi kendine yeterli bir ülke olamadığından da özellikle doğal gaz ihtiyacı konusunda Rusya ve İran’a bağımlı kalmaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’yi içerisine alan mevcut ve planlanan yeni boru hatları analiz edilmiş, buna ek olarak Türkiye’nin uzun dönemli petrol ve doğal gaz anlaşmalarına bakılarak Türkiye’nin Asya ve Avrupa arasındaki enerji koridorunda yüklenebileceği rol belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırma, Türkiye, Rusya, Iran, ABD ve Avrupa Birliği’nin bölgeye yönelik ilişkilerinin enerji boyutunu kapsamaktadır. Bu boyutta yapılan değerlendirmeye göre Türkiye, aktif bir geçiş ülkesi olduğunda, doğal gaz ve petrol gereksinimlerini karşılayabilecek, yabancı yatırımlar ve is imkânları sağlayabilecek, boğazlarındaki trafiği azaltacak, geçiş ücretleri ile ekonomik girdiler kazanacaktır. Daha da önemlisi, doğal gaz ihtiyacında Rusya ve İran’a olan bağımlılığını azaltarak, enerji güvenliği konusunda politik güç elde edebilecektir.
Anahtar Kelimeler: Enerji, Petrol, Doğal Gaz, Boru Hatları, Hazar, Orta Asya.

Tam metin PDF

Küresel Güçlerin Karadeniz Stratejilerinin Önündeki Engel: Montrö

Obstacle in front of the Global Super Powers’ Black Sea Strategies: Montreaux

Başak BÜKÜLMEZ
SAREN Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri 1.Sınıf Ögrencisi

Sayfa 193 – 218 (26)

Öz
20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini şartsız var eden ve Karadeniz’de bölgesel güvenliğin teminini sağlayan özel nitelikli bir uluslar arası mukavelenamedir. Karadeniz’in değişen jeopolitiğinde etkinliğini artırmaya çalışan ABD, Genişletilmiş Orta Doğu ve Afrika Projesi kapsamında bir yandan Bulgaristan ve Romanya’da üstler edinmek için girişimlerde bulunmakta diğer yandan NATO’nun Akdeniz’de süregelen “Active Endeavor Harekâtı”nı Karadeniz’de mevcut bir güvenlik boşluğu olduğunu öne sürerek bu bölgeye kaydırmak istemektedir. Karadeniz; Asya-Avrupa arasında bir enerji koridoru olan, zengin hidrokarbon yataklarının bulunduğu Hazar Bölgesine ev sahipliği yapan ve Orta Asya petrollerini barındıran son derece önemli bir coğrafyadır. Geleceğe yönelik tahminler ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB)’nin sorunlu bir bölge olan Orta Doğu’dan enerji temin etmektense gözünü Orta Asya petrollerine dikeceğini göstermektedir. Orta Doğu petrolünün yeni alıcıları ise Uzak Doğu, Japonya ve Çin olacaktır. ABD’nin Karadeniz stratejisi iste bu koşullar dahilinde oluşmakta ve ABD Donanması’nın Karadeniz’de konuşlandırılması ve Boğazlar’dan geçişinin önündeki en büyük engel Montrö Boğazların Rejimine Dair Konvansiyon olarak gözükmektedir. Montrö üzerine planlanan değişiklik veya andlaşmayı sona erdirme senaryoları ABD’nin güttüğü bu stratejiden doğmaktadır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin yıkılmasından sonra Bağımsız Devletler Topluluğu’na vücut veren devletler, Sosyalist rejimin yıllardır üzerlerinde kurmuş olduğu baskıdan kurtularak yüzlerini Batı’ya dönmüşlerdir. Öncelikleri NATO-AB üyesi birer uluslar arası hukuk süjesi olmaktır. Yani koşullar, gerek ABD gerekse AB için bölgede hâkimiyet kurmaya elverişli niteliktedir. Aralarında Bulgaristan ve Romanya’nın bulunduğu bölge devletleri Montrö’nün doğal tarafıdır ve olası Montrö’nün kısmen değiştirilmesi teklifinde veyahut antlaşmanın feshi bildiriminde arkalarında Batı’nın gücü ve teşvikiyle hareket edebilirler. Mevcut böylesi bir haritada Türkiye’nin milli menfaatleri gereği, çıkarlarını en iyi şekilde koruyan ve Boğazlar üzerinde tam egemenlik tesis eden Montrö’nün tadili veya feshi girişimlerine karsı kararlı bir şekilde direnmesi, bunu yaparken Rusya Federasyonu ile birlikte hareket etmesinin yanı sıra ABD’nin de Karadeniz politikalarında tam anlamıyla saf dışı bırakılmamasının yerinde olacağı değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Montrö Boğazlar Sözleşmesi, ABD, AB, Rusya, Karadeniz Stratejisi.

Tam metin PDF